© copyright M.U

Tüm yazılar bana aittir.. İlla da alıntı yapılacak olursa haber verilmelidir, zira çok uğraşırım kendileriyle(; HER HAKKIM SAKLI, GİZLİ, KORUMALIDIR. Bu böyle biline(:

30 Kas 2010

AH BİRİKTİRDİĞİMİZ HEVESLER…

“Ah biriktirdiğimiz hevesler…” dedi. Düşündüm de haklıydı bütün iç çekişlerinde.. Bir hevesle başladığımız her şey bir “ah”la son buluyordu çoğu zaman.. Daha küçücük bir çocukken, masumiyetin zirvesinde ne heveslerle giydiğimiz mavi önlükleri; “Ah şu okul bi bitseydi” cümlesiyle nasıl harcadıysak sonunda.. İşte öyle yitiriverdik bir ömür başladığımız her güzel şeyi.. Suç bizde miydi, yoksa hayat hep kaybetmek için mi kazandırdı bilemedim..

Zaman neye ilaçsa önce onu alır oldu elimizden.. Her şeyi bir çırpıda eskitir olduk. Daha yaşamadan yaşlanır olduk o da yetmezmiş gibi.. Sahi,, 80’inde 90’ında yüzü kırışan mıydı yaşlı olan, yoksa daha yirmisinde kalbi çiziklerle dolu olan mıydı? Eskilerin yüzleriydi pürüzlü olan şimdikilerin yürekleri belki de.. O yüzden şimdi her şeyi kalbimize benzetir olduk.. Birilerinin ; “Allah gönlüne göre versin.” dediği olmuştur muhtelif zamanlarda hepimize… Bu duanın karşılığı belki de bütün içinden çıkılmaz pürüzlü işlerimiz… Yine de merhameti olmasa Yaradan’ın, herkesin gönlüne göre verse her şeyi, “ah” la “vah” la da çıkamayız işin içinden…

Her şeye rağmen umudumuzu yitirmeyişimize şükür… Akmasa da damlayan mutluluklara, dönüp dolaşıp yine kapısına vardığımız Yaradan’a şükür…

Ya bunca iç çekişin, bunca yitip giden şeyin, bunca özleyişin bir tesellisi olmasaydı………?

01.12.2010___01:14___M.UÇAN

9 Kas 2010

BİR TEBESSÜM Kİ ÖMRE BEDEL...

İnsan en çok ve en önce, en çok sevdiği şeyi yıpratır.. Mesela en sevdiğiniz bardak en önce kırılır, en sevdiğiniz kitap düşmez elinizden,önce yıpranır.. Giye giye en sevdiğiniz kıyafetiniz eskir önce.. Ve çok severseniz insanları, kaderi değişmez onların da. Ama ne şans ki, ruhun kendini yenileme özelliği var. Çok acımasız olup kalıcı hasarlar bırakmadığınız sürece, acı kahvenin üzerine bir yudum su içer gibi bir tebessüm çözüverir her şeyi..

Yegane sevgiliniz, en kutsal varlığınız anneniz değil midir? Ve yine en cesur kavgalarınızı edebildiğiniz yegane insan.. Sevgisi ne kadar büyükse affının da o denli büyük olduğunu bildiğiniz…

Değil midir aşk ta da böyle..? Aşkınız ne kadar büyükse çığlıklarınız da o derece yırtıcı olmaz mı? Ya sevgiden kısılır sesiniz, fısıltılara dönüşür dilden düşen cümleler; ya da bağırmaktan yıpranmış sesiniz çıkmaz olur zorlasanız da.. Yani demem o ki; her renk olur da, gri olmaz gerçek duygular..

İşte bu yüzden, ip üstünde nezaketler, ha düştü ha düşecek maskeler görmektense, çok sevilmek kadar , bazen çok üzülmeye de razıyım.. Yeter ki gördüğüm yüzün gözü gönlü,özü sözü bir olsun.. Önce acı kahvesini içer, üstüne tebessümünü yudumlarım..!

10.11.2010___00:35___M.UÇAN 

DÜĞÜM

Sabrı öğrenmek için,susmak gerekirdi.. Anlatmak için bir derdi; bir dilden, bir sözden ziyade, efkara adanmış bir göz… Ve kırmak için bir gönlü; taştan, kayadan ziyade, buruk bir söz…

Lakin yetmezdi onarmaya bir çırak, bir kalfa ve bir usta birleşse; içim dışım yangından arta kalan köz.... ve sen her derdime yabancıyken, hadi gel de düğüm düğüm kalbimi çöz….!

04.11.2010___02:32___M.UÇAN 

22 Eki 2010

İnsaf !

Hiçbirşeyin kırık, dökük, tamir görmüşünü kullanmak istemezken, hatta bu yüzden emanet bile vermezken, sahip olduğunuz kalpleri de kırıp dökmeseniz hani... Öyle kolay çıkarmasanız elden...! Yamalı bir çorap dahi giymezken,nasıl razı oluyorsunuz yamalı kalplere... Bütün bunlar ,kırdığınız kalpler görünmüyor diye mi? İmkanım olsaydı,dışarda taşırdım kalbimi... Gönüle değil de gördüklerine değer verenler belki insafa gelirdi !


22.10.2010_01:10_M.UÇAN

21 Eki 2010

Akşam Güneşi Gibi Battı Sevinçlerim


Akşam güneşi demek ,hüzün demek işte.. Ruhumun film şeridi.. Karman çorman hüznümün kitap gibi önümde açıldığı vakit o vakit..

Derin derin iç çekmelerimin, dalıp çookk uzaklara gitmelerimin, kahretmelerimin vakti… Batan her şey gibi, içime batan özlemler gibi, geride kalan her bir güzel anın eksikliğini en derin sızılarla hissetmek gibi,kara kaplı defterlere kara kalemlerle hüzünlü gözler çizmek gibi..

“-Gidiyorum! Son kez bak yüzüme.” diyen sevgili gibi…

Ruhumun odalarını boşaltıp, o bomboş odalara ne sığdıracağımı bilemez halde, çırpına çırpına elimden kayıp gidenleri, dizlerimin üstüne çöküp, kaldırıp ellerimi semaya, hıçkıra hıçkıra ağlayan, vicdanlara sızı bir çocuk misali geri istediğim vakit…

Bu kadar acımasız da olmamalı belki.. Çoğu zaman hüzne bulasa da gönlümü, akşam güneşi bir hoş tebessüm demek bazen de.. Bir ney sesiyle gözlerini gökyüzüne kaldırmışcasına, üşüyen ellerimde bir anne eli hissederken, huzurun sırtımı sıvazladığı, sevdiğim her şey yanı başımda nöbet tutuyormuş gibi kapatıp gözlerimi, kırık camlar arasında yara almadan yürüyebilen o şanslı çocuk olduğunu hissetmek sanki…

içime sığmayan binlerce çelişki ,ağlarken gülen, gülerken ağlayan yüzüm misali her şeyin bir de zıttı var bende..

Yunus diyor ya; “Ne akilem, ne divane..”

işte öyle bir şey bendeki…

Ne mutluyum , ne biçare.. Yaşıyorum öylesine..!

18.10.2010___16:46___M.UÇAN 

Burada Batan Güneş, Kimbilir Nerede Doğar....


Memnuniyetsiz yüz ifadeleri saklanmış kıyıya köşeye.. Yahut ulu orta düşen damlalar.. Bin derde deva olacakken bir masum gülüş, kimselere minneti olmayan; seni, sana, gönülden küstüren, kendine bile yabancı, mutsuz ifadelerle binlerce yüz.. Ne acı…

Her şeyi kendisi seçen insanoğlu, en güzel şeylere layık görürken kendini, neden elden çıkarır gibi zararına satar ki tüm hüzünleri.. Büyüdükçe büyüttüğümüz sevinçleri, saçına ak düştükçe kalbine karalar düşenlerin ellerine mi vermeliydik, gözü kara ama gönlü yara misali…

Burada batırıp, nerde doğduğunu bilmediğimiz güneşleri kimler için feda ettiğimizi bilmeden, heba ettiğimiz her bir tebessümü geri dönsün diye beklerken, biçare geçen zamana mı hayat diyecektik? Yoksa birilerinin hayatlarının bittiği yerde mi başlardı başka hayatlar? O vakit yaşamak için kimi feda edecektik..?

Sırtında küfeler dolusu vicdan yüküyle, gülmeyi unutmuş zavallı yüzüyle, sizden aldıklarını sahip olduğu hiçbir şeyle ödeyemeyecek insanları affedin! İçiniz rahat, gönlünüz ferah olsun.. Zira sizin batan güneşiniz, onların yüzüne de doğsa, hayrı yok binlerce güneşin, kalbini karanlıkla nikahlamışlara…

16.10.2010___19:52___M.UÇAN 

(................)


Bazen kırılır kalbiniz,görmez kimseler.. sonra gelir bir de yürürler o kırıntılar üstünde, yine de fark etmezler… hani günahtır ya ekmek kırıntılarını ayaklar altında çiğnemek,kaldırıp koyarsınız görünce bir kenara, peki ya kaç ekmek kırıntısına bedeldir, bir gönül kırığını ezip geçmek ki bütün kalpler ayaklar altında…?

hep iyi insan olmanın erdeminden , güzelliğinden ,keyfinden bahsedip durdular bize bugüne kadar.. iyi olmak o kadar da şart değildi, keşke insan olmayı becerebilseydik önce, -mış gibi yapana kadar…!

saygısızlıktan şikayet ederler ya hep…… mesela bilseler saygının hak edilen bir şey olduğunu, yine de pervasızca suçlarlar mıydı onlara aslında hak ettiklerini yaşatan insanları.. ben artık şunu biliyorum.. birine sadece sizden yaşça büyük olduğu için saygı duyuyorsanız bir gün mutlaka pişman oluyorsunuz.. bırakın insanlara sürekli hak sahibi olmadıkları değerleri bahşetmeyi.. saygı yaşla değil, yaşanmışlıkla eşdeğer olmalı… nüfus cüzdanı değil, para cüzdanı hiç değil, saygıyı sevgiyi gönül sureti hak etmeli…

Ve belki daha önemlisi adil olmayı bilmeli.. Bu, çocuklarına eşit ölçülerde harçlık vermek, pasta dilimlerini santim santim eşit bölmek gibi bir şey de değildir.. bir de manevi adalet vardır mesela.. evlatlara bırakılan en büyük miras sevgiyse, eşit mal paylaşımından önce ,eşit sevgi paylaşımı olmalıydı adalette…. her şeyin hakkı verilmişken şu insanlığa, seçme seçilme hakkı gibi ,sevme sevilme hakkı da verilmeliydi belki de.. almalıydı insanoğlu hak ettiği sevgiyi gasp edenlerden hakkını söke söke … kırılan kalplerin hesabı sorulmalıydı her şeyden önce..

ve biri çıkıp demeliydi ki; tefekkürden habersiz, teşekkürden acizken, nasıl olur da saygı istersiniz karşınızdakinden..? bir kere derinden kırmışsanız,daha ne beklersiniz o gönülden….? Kırılan her şey bir tehlike arz ederken; bir cam kırığı keserken elinizi, bir kırık dal çizip geçerken yüzünüzü, kırılmış kalbin nelere sebep olacağını da düşünmeli çoook önceden…

çevrenizde birileri güldürmeye çalışıyorsa yüzünüzü, birileri mutluluğunuz için uğraş veriyorsa, hiç sebepsiz, hiç karşılıksız sevmeye razıysa; unutmayın!

bu, yeryüzündeki tek sevilesi insan siz olduğunuz için değildir…

ve sevmek; sevilenin değil, gerçekte sevenin güzelliğidir..

Peki ya sormazlar mı o zaman; BU KİBİR NEDENDİR ??? 07.10.2010___15:18___M.UÇAN 

YAŞ/LANDIM..!


Zaman nasıl da çabuk geçiyormuş meğer.. Biz hep bir sonraki adımın peşindeyken, meğer ne yollar kat ediyormuşuz da haberimiz yokmuş.. Geride kalıyormuş bebek masumiyetleri, çocukça gülüşler .. Aslında büyürken küçülüyormuşuz farkında olmadan..

5 yaşındaki bir çocuğun büyüme sevinci olsaydı şimdi keşke içimde.. Farkında olmasaydım sona doğru giden adımlarımın da, heyecandan sığmasaydı içim içime.. Bunca yıl başaramadıklarımda kalmasaydı aklım..

Mesela daha yeni başlamış olsaydı her şey..

Bilseydim mutlu anların daha yavaş geçmesi gerektiğini mesela.. Annemin kucağında uyurken, uyanmasaydım hemen.. Çabuk bitirmeseydim babamın aldığı çikolatayı.. Biraz daha sallansaydım o salıncakta.. Mesela 20 ye kadar değil de 100 kadar saysaydım saklambaç oynarken..

Şimdi saklanamıyorum hiçbir şeyden ve hiç kimseden… Zaten saklansam da, adı oyun olmuyor.. Düşüp dizlerimi kanattığımda öğrendiğim teselliler, şimdi baştan sona içim kan ağlasa da öyle fayda etmiyor..

Şimdi kimse saçlarımı örmüyor, kimse geceleri üzerimi örtmüyor, şimdi mumlar sığmıyor doğum günü pastama… Şimdi büyüdüm ya, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.. Yalan değil hani, gücüme gidiyor..

Kutlanmalı mı bilmem ama ; annem,bugün doğduğumu söylüyor..

Ama aslında söndürdüğüm mumların tek sebebi var;

Velhasıl; bugün her şey, bir kere daha eskiyor.. !

03.10.2010____00:15___M.UÇAN 

Unut-Gitsin !


Ef/kar kaldı bana ardından,ne yapsam kar etmeyen,eli öpülesi hüzün gecelerinde..

Bir sabahçı kahvesinde bir türlü olduramadığın sabahları, avuçlarında parçalanan bir rakı bardağı, dudaklarından göğe yükselen sigara dumanı ve yokluğa akan göz yaşları.. dönsün diye beklerken, gülsün artık şu yüzüm diye yumrukladığın yalnızlığının tek ortağı o ahşap masaları..gözünde canlanan gülen fotoğrafımı,sil gitsin hafızandan, bana dair ne varsa bütün anılarını..Şimdi zaman, her şeyi unutma zamanı..

Tebdil-i mekan mı,yoksa terk-i diyar mı bu benden kopup gidenlerin sana yol alması..? Ayırt edemedim…

Aşk aslında; serseri bir kurşunun, bir KADIN’ı kalbinin tam orta yerinden ‘ADAM/Akıllı’ vurması değil miydi..? Elimin hamuruyla çözemedim..

Gün bugün oldu, çareler tükendi.. Düne kadar unut diyemedim..!

Şimdi; Vaz/Geçtim üstünden !

Çiz/dim’dik/en diken kalbini !

Şimdi zaman, zaman şimdi…….. G/Özümden düşme vakti !

05.09.2010____03:26____M.UÇAN(Hikayesiyle bana ilham veren gizli kahramana teşekkürler(; Öpüyorum güzel gözlerinden!)

SES'SİZLİK!



Şimdi sessiz sedasız bakakalmışsam bunca uzağa; gıkımı çıkarsam büyü bozulacak sanışımdan belki…. Belki gözyaşım yangına bir damla ama , derin sulara bir ateş gibi düşecek ağlarsam…

Titreyen bir su damlası gözbebeklerimde ve gözlerim bebek masumiyetinde, suya hasret bir bedevi gibi şimdilerde…

İlkbaharda düşen cemre misaldir belki de, kendi düşenin ağlayamadığı bu diyarda , dizlerimin kanını kimsenin görmeyişinin sebebine.. Hisseli bir sessizlikte büyük pay sahibiyken, feshedemediğim ortaklığıma bir imzanın yetmediğini öğrendim..

Sahi…. Neydi eksik olan???

Neydi de 9 harfli bu “sessizlik” ten tek başıma istifa edemedim?

“Sensizlik” buna çok benzediği için miydi? …..

Acz’i aklımla çözemedim!

26.08.2010___06:39____M.UÇAN

Üniversite Yılları


Bazen bir tek resim sizi yıllar yıllar öncesine götürüp, bütün yaraları tek bir saniyede deşip, derin derin yakabiliyormuş içinizi......... öylece cansız durmasına rağmen.....

ve bir dost yüzü bazen yeryüzünde gördüğünüz en güzel şey oluyormuş.. hayatın film şeridi sadece ölürken değil, demekki bir çift göze bakarken de geçebiliyormuş önünüzden..

özledikleriniz, sevdikleriniz, geride bıraktığınız bambaşka o üniversite yıllarınız, bi gün veda edebileceğinizi düşünmeden etle tırnak olduğunuz can parçalarınız.. vedası en zor hazırlıksız yakalandığınız ayrılık anınız… hepsi açılan bir resmin her karesine sinebiliyormuş..

sadece gözünün içine baktığınızda sizi anlayan, sanki sizden klonlanmış, bazen annesi, bazen babası, bazen kardeşi, bazen yoldaşı olduğunuz insanlar sonra şehir şehir uzağınıza düşebiliyormuş.. ve dahası yıllar geçiyor birinin yüzü gözlerinizin önüne düşüyor ve alıştığınızı sandığınız o yokluk yeniden can buluyormuş…

gözleriniz dolu dolu, boğazınız düğüm düğüm, dondurulmuş tek bi anın seyri, içinizde hiç donmayan yıllara bedel oluyormuş..

dostluk denilen şey,, yılardır göremediğiniz birinin “şimdi yanımda olsan aralıksız ağlardım” demesi, yıllar da geçse, gözünden yaş düşecekken sizin omzunuzdan medet beklemesi değimliydi ? yada gözlerinin içine içine bakıp, bir tebessümünüzle çoook şeyler anlattığınız insanın, gün gelip tebessüm edecekken, masadaki bir boş sandalyeye siz varmışcasına bakıp gülümsediğini bilmek…. Sizi öylesine hala hayatında var etmesi değilmiydi ?

adı her ne olursa olsun bitirdiğiniz üniversitenin, eğer önce insansanız, hayat diploması veriyormuş.. ve yıllar önce yanınızda kep atan o güzel insan şimdi ikinci kez o anı yaşıyorken bu sefer yanında olamamak işte böylesi garip bir hüzne neden oluyormuş…

iyiki yaşadım, iyiki tanıdım, iyiki öğrendim sizinle bunca şeyi..

varlığınızla ne kadar şanslı olduğumu hep bildim...

“iyiki”lerimin müsebbibi güzel insanlar…(:

Hepinizi çok özledim !

02.08.2010___14:49___M.UÇAN

MASKELER PAZARI


Maskeler pazarı kurulmuş dünyanın meydanına.. Almayanı kovar olmuşlar 99 köyden..! Kovar, döver, söver olmuşlar onca yalanın içinde bir sen gerçeksen.. Artık minareyi çalmaya da gerek yok , atıveriyorlar kucağına kılıfıyla birlikte sen ne kadar da istemesen..

Mazlumken zalime, maktülken katile çıkıyor adın..! Her yalana bir şahit, her şahide bir yalan hediye ediliyor.. Evet aslına bakarsan bu senin hayatın! Ama yapacak bir şeyin yok, maalesef ki Doğrucu Davut’san, kırık demektir kolun kanadın..!

9 köye 99 yalan sığıyor da, bir tek doğruya yer kalmıyor hiçbirinin dudaklarında.. Her yalancı;”insan”, her insan;”yalancı” diye anılıyor bu maskeler pazarında..

Sahte gülüşlü maskeler, yalan teselliler ve yatsıya kadar yanan mumlar burda bedava.. Tabiri caizse, ta kendisi de caiz sahtekarlığın.. Ve inadına gamsız, inadına cansızlaşıyor maskenin altında kaybettiğin insanlığın..!

Maskeler pazarı kurulmuş dünyanın meydanına.. İki seçeneğin var… Ya doğrucu Davutsun kırık kolun kanadın, ya da 4 Davut, 1 Tabutla kaldırılmayı bekliyor cenazesi insanlığının…!


28.07.2010__14:54__M.UÇAN

Durdurun Dünyayı İnecek Vaaarr!


Keşke bazen bunu deme şansımız olabilse.. bu hayat ebedi hayata giden bir yol iken bazen dursa da insek.. sonra yine yeniden binsek.. neresinden dilersek işte tam da ordan devam etsek.. Varmı aranızda bazen bunu düşünmeyen..? Olsa da hiç fena olmaz hani demeyen?

Çok hayalciyim değil mi.. (: Bir oyunda bile son level’e kadar tek bir canla gitme şansınız olsaydı ne kadar risk alabilirdiniz ki.. ? Kaç kere bırakırdınız oyunu bir kenara.. Evet.. Gerçekçi olmak gerekirse bu son level’e kadar tek canla oynanan bi oyun ve daha katı kuralı oynamak için sadece bir şansınız olması..

Nedense küçüklüğümün mario’su geldi gözümün önüne (: hani şu dokunduğunuzda boyunuzu büyüten bi şans çıkıyor ya karşınıza.. kaçırınca koşa koşa geri dönüp onu kapıp devam ediyorsunuz yürümeye..

Şimdi geri dönsem.. arasam bulsam yetişsem… buraya gelene kadar geçen zamandan daha fazlasını mı heba etmiş olurum, en azından denesem… yoksa güler mi yüzüme talih, “hadi bir kez daha” desem…

Nerdeeee..! yıkamaya çalışırken musluğa çarpıp kırılan bardağım ben.. yada yanlışı silip doğruyu yazmaya çalışırken yırtılan kağıt..! Ne düşen parçalarım eskisi kadar bütün olur, ne de bastıra bastıra alnıma yazılan yazıların izleri kaybolur..! Hal böyleyken geri dönüp yitirdiklerini tekrar kazanmaya çalışmak da herhalde ahmaklık olur…

Böyle söylediğime de bakmayın.. Aslında ben biliyorum… Güneş nasıl doğuyorsa her sabah siz uyurken.. her akşam da batıyor gözünüzün içine baka baka yeniden… Yani demem o ki; biz hep, yanlış zamanlarda açıyoruz gözlerimizi ve bundandır ki bi türlü bırakmıyor karamsarlık peşimizi.. Her akşam battığını gördüğünüz güneşin doğuşuna kaç kereler şahit oldunuz ki iyimser olasınız değil mi.. Hep vedalara aşina gözlerimiz… Ve her defasında kavuşmalardan bihaber doğan güneşimiz.. !

Her batan güneşte dünyanın sonuymuş gibi akıllı akıllı “ah-vah” ederken, neden bi kere de doğduğuna sevinip deliye hergün bayram misali “oh be bugün de bayram” demedik.. ? Neden hep söyledikleri gibi “Akıllı olup dünya kahrı çekeceğimize, deli olup dünyaya kahır çektirmedik”? Üstelik akıllı olalım derken de başkalarına bolca dağıttığımız şu akli fikri, bi tek kendimize yetiremedik..?

Hayatı hep bitmemiş bir dönem ödevi gibi bıraktık, bi türlü tamamlayamadığımız.. Her yeni şeye başlarken geri de bir de “yarım” bıraktık ve elimizde hiç bir "tam"ımız olmadı.. Bitirdiklerimiz de yitirdiklerimizle eşdeğer oldu, anladık ki elde var koca bir “sıfır”ımız!

Yok arkadaş… Bi bak dön de arkana.. Yetmedi mi varken yokmuş gibi yaşadığımız? Herşeye bilmem kaç km uzaktan baktığımız, yıkıldığımız, darıldığımız, dizlerimize vurup ağıtlar yaktığımız? Hep başkalarını suçladığımız, kendi hayatlarımızın başrolünü başkalarına verip,kendi filmimizde figüran kaldığımız..? Her hedefi ıskaladığımız ve hatta hedefken bile küçücük kaldığımız için hep ıskalandığımız..?

Hiçbirimiz Mario değiliz.. Üstelik hayatta bastığımız hiçbir taşın altından da yeni bir can çıkmıyor.. Yeter kenarda köşede durduğumuz.. Hayat oyun değilken oyuncu olduğumuz… Bırakın gelsin yeni umutlar, yeni yollar, yeni yolculuklar… Yeter bu anlamsız bekleyiş… Daha yapacağımız çok şey var..!

Ya da,

Yapacak hiçbirşeyim olmasa bile,, inat değil mi ;

Durdurun dünyayı...

Binecek var..! (;


28.07.2010__02:50__M.UÇAN

TEYZE OLMAK .....

Eğer bir çocuk doğurmadığınız halde yine de kendinizi anne gibi hissediyorsanız, teyzesinizdir muhakkak...

Hani evlatlık verilen çocuklar hep der ya "bir çocuğu dünyaya getirmek değil, ona emek vermektir anne olmak" diye.. Uzun zaman buna kafa yorsanız da, bu cümleyi daha iyi anladığınız, anneliğin sadece biyolojik olmadığını kavradığınız ve hayatın tadına doyulmaz evrelerinden biridir teyze olmak..

Bazen onun yeryüzündeki en şanslı insan olduğunu düşünürsünüz.. Çünkü onu canından çok seven anne ve babasının yanı sıra, bir de teyzesi vardır,uğruna bütün dünyaya kafa tutabilecek kadar kendini “Süpermen” hisseden.. (:

Herşeyi onunla birlikte, en az onun kadar yaşarsınız sizde.. O ağladığında sizin de içinizde bir çocuk basar çığlığı.. O gülünce açar güller.. ve sanki o büyüdükçe büyürsünüz siz de..!

Hani küçücükken, evin ortasında koskoca halı dururken, siz gider yine de taşa oturup oynardınız ya.. Anneniz “halıya otur taşa oturma” dediğinde kızardınız içten içe.. İşte minik yeğeniniz de inadına gidip o tatlı poposunu taşa koyduğunda "Amman hasta olacak!" diye büyük bir telaşla kalkıp onu halıya çektiğinizde anlarsınız , annenizin neden sürekli bunu söylediğini, neden siz hastayken onun da canından can eksildiğini…

Hatta öyle ki; onu o kadar derinden seversiniz ki, onun adına mutlu olursunuz böyle bir anne yarısına sahip olduğu için.. Onu her şeyden korumaya adadığınız için kendinizi, onun adına güvende hissedersiniz hayattaki her şeyinizi..

Bir mahzun duruşu, bir dudak büküşü yetebilir sizin gözlerinizi doldurmaya... Bazen araya mesafeler girer, ayrı düşer ve başlarsınız hayatta en büyük bağımlılığın bir bebek gülüşü olduğunu anlamaya..Hasret bittiğinde bi bakarsınız ki, hiçbir kavuşma, sizi bu kadar mutlu etmemiştir daha önce hayatta.. Ve içinizden bir cümle geçer; "Annemin neden bu kadar sulugözlü olduğunu şimdi anlıyorum galiba (: "

Sonra bu minik meleğin fazladan bir gülüşüne daha şahit olabilmek için, yapmaktan en keyif aldığınız şeyleri bile ertelediğinizde, ilk kez bir insan evladına böyle hayranlıkla baktığınızı farkettiğinizde, size bu şansı veren Yaradana binlerce kez sükredip, "İYİ Kİ" diyorsunuz içten içe..

Teyze olmak, yarı anne olmak derler ya.. Aslında teyze olmak yarımdan daha fazla anne olmaktır..! Ve zaman geçtikçe anlarsınız ki;

Artık yeryüzündeki en değerli varlık, mis gibi kokan, sizi görünce yüzünde güller açan, o “teyze” dese de sizin bunu "ANNE" demiş gibi algıladığınız minicik bir EVLAT'tır!

Bu Teyze olmak var ya; Çok şanslı olmaktır! (:


27.07.2010__00:35___M.UÇAN

Huzur (:


Huzur, bütün bir alfabenin seni anlatmak için kullanılması değil de neydi…? Sen diye başlayıp sen diye biten,beni de sen eden, bazen seni de senden alıp bir masal kahramanına dönüştüren sihirli cümleler treni gibi.. Her vagonu aşka gider gibi.. Kendine son anda bir durak bulmuş gibi.. Benden yola çıkmışken yine de bana gelir gibi.. Aslında huzur; içinde senin olduğun her şeydi, olmadığın her şeye lanet olsun dedirten ve yokluğu ömürden eksilten amansız bir hastalık gibi…

Huzur seninle, senin gibi, sana ait, sana benzeyen her şeyi koşulsuz şartsız sevmek gibi.. Önümdeki her bir günü sana bahşedecek kadar cesur olduğumu anladığımda, “feda olsun” deyip, pişmanlığı varlığına pişman etmek gibi..! Saçımdan tırnağıma sahip olduğum her uzvumu, bir gün senin yitirdiklerinin yerine koyabilmek için taşıdığım birer emanet zannetmek gibi..

Aynada gördüğüm yüzün sen mi ben mi olduğunu karıştırmak gibi..

Ve huzur; senin yarın olmakla yetinmeyip, tamamı sen olmuş bir bedeni kendi sesiyle seslendirirken, çığlık çığlığa “iyi ki varsın” diye bağırdığı halde, hala duyulmadığını zannedip, bir çocuk masumiyetiyle dudak bükebilme hakkına sahip olmak demektir!

Ve daha güzel yanı, her dudak büküşümde, ne olursa olsun, nasılsa yüzümü güldüreceğini bilmektir..!

“HUZUR=SEN demektir!” (:


23.07.2010__18:12___M.UÇAN

KIRMIZI TABUTLAR


Kırmızı tabutlar günüydü yine bugün.. ağlamaktan kan rengine bürünmüş gözler, ateşin düştüğü yeri yaktığı yerler günüydü..

Ağıtlar çığlıklar çırpınışlar günüydü fayda vermeyen…. biz nefes alalım diye nefeslerinden olan yiğitler günüydü…

Vedaların en zoruydu belki de zaten hasret çekerken sonu gelmez hasretin kucağına düşmek.. ölmezdi şehitler ama görünmezlerdi de.. ve hiç gerçekçi değildi evladını uğruna can verdiği toprağın altına gömmek zorunda kalan anaları teselli etmek…

Kimi daha yolun başında , kimi sonunda düştü toprağa bayrak rengi kanıyla… beraberinde nice umutlar nice hayaller toprak oldu geride bıraktıkları insanların kalp atışlarıyla.. belki ölmezdi şehitler ama bütün sevdikleri birer yaşayan ölü gibi kalırdı arkalarında.. belki eşlerini , belki doğmamış çocuklarını , belki analarını bıraktılar bizim bir nefesimiz uğruna.. soruyorum şimdi size.. binlerce şehit veren bir milletin evlatları olarak bir tek can verme hakkımız varken, şimdi onlar için biz de ölsek, hangisinin hakkını ödeyebilirdik tek bir canla???

Kırmızı tabutlar ve yüreği karalar bağlamış analar günü bugün.. gönül ister ki bu böyle yaşanan son gün olsun.. ama olmayacak biliyorum.. yine ciğerlerine soluduğu havaya nefes demekten utandığım ciğersizler daha böylesi çok cana kıyacak…

Ama ateş düştüğü yeri yakar sözünden nefret ediyorum.. benim canımı korumak uğruna canından olan yiğitlerin ateşi hepimize düşmeli…

TABİKİ “ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ” DEMELİ…

DEMELİ AMA …

BU YETMEMELİ..!


21.07.2010__19:55__M.UÇAN

Tek Kişilik Dünya


(Yine bir sürü rengarenk cümle süzüldü içime, beyaz sayfalara nakşetmesi bana düştü (: )

Bugün karşılaştığım herkes özlem cümleleri kurdu nedense… Mevsimi geldi belki de dedim kendi kendime.. (: Sonra anladım ki bu, gün, ay, yıl yada mevsim işi değilmiş.. 7 den 70 e herkes, her belirsiz zamanda, sonu “özledim”le biten cümleler kurabilirmiş.. Ve zaman her şeye ilaçken, bir tek içinizdeki özlemi büyütebilirmiş…

İnsan en çok da,bir gün uzak düşebileceği ihtimalini akla getirmediği şeylerden uzak kalınca akla zarar özlemler yaşıyor.. Alışmak denen şey belki de işte tam da bu yüzden insanları korkutuyor. Ve alışılan her yeni şey, yeni bir potansiyel özlem nedeni oluyor..

Montaigne, Denemeler kitabında şöyle der; “Kendimize yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız.. Karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın ”

İşte bu; acıları, özlemleri, yalnızlığı, çaresizliği, yenilmişliği yenen, insana güç veren en güzel keşif.. Kendi canınız dahi gün geliyor bedeninizden ayrılıyorsa, geriye kalan hangi şey sonsuza kadar sizinle olabilir ki… Ve hepsinden arınmış, yalnız kendinize ait bi dünya, düşünün sizin için neleri değiştirebilir..

Bunları söylerken benim de özlemlerim yok değil hani.. içinde bulunduğum dakikanın önünde olan her dakika, ardına düştüğünde, benim için yeterli özlem nedeni.. Ama sahip olduğum hiçbirşeyin aslında bana ait olmadığını bildiğimde özlemek bile eskisinden daha neşeli..

Diliyorum ki bugün sizin için de yeni bi gün olsun.. Yeni bi dünya kurun ve içinde kaybetme riskini taşıdığınız şeylerden sadece biri; “kendi canınız” olsun.. Ve mesela bir de yanında fesleğenleriniz olsun, mesela bir kağıdınız,bir kaleminiz, mesela bir tuvaliniz olsun.. Hatta her bir uzvunuzun yokluğunu deneyin yeni dünyanızda.. Sadece bir gün gözleriniz kapalı, bir gün kulaklarınız duymaz, bir gün eliniz ayağınız tutmaz olsun…! Bakın o zaman sizi anlamadığını düşündüğünüz insanları ve aslında sizin de anlamadıklarınızı nasıl anlayacaksınız.. Koltuk değnekleriyle yürüyen birinin yanından, ne kadar aceleniz olursa olsun, hızlı hızlı geçemediğinizde,, bir amaya göz, bir duymaza kulak,bir topala ayak olmak istediğinizde neler değişmiş anlayacaksınız…

Ve o zaman özlemek de , kaybetmek de , yenilmek de , sevinmek de , her daim ağırlamaya hazır olduğunuz birer misafir gibi geliiiip gidecek.. Geçmez sandığınız yaralar çabucak geçecek.. Herşey değişecek.. Şimdikinden çok daha mutlu insanlar olacaksınız..

Son olarak da içimden geçen şu; dilerim hayatı en güzel, en dolu, en anlamlı haliyle yaşarsınız… Ve unutmayın; siz bir ev sahibi olarak evinizi ne renge isterseniz o renge boyarsınız… (;


19.07.2010__02:25____M.UÇAN

ŞÜKÜR..


Aklı başında, sağlığı yerinde,tüm sevdikleri yanında olan biriyseniz eğer, şükretmelisiniz..

Evet yalnızlık zor.. Parasızlık zor.. Belki de sevdiğinden karşılık görememek.. Belki de hasret çekmek.. Evet.. Aslında hayat zor.. Öyle zor ki, kabul ediyorum bazen insanı fazlasıyla yoruyor.. Ancak daha zor şeyler de var hayatta.. Hem yalnız hem de akıl sağlığını maalesef ki kaybetmiş olmak mesela…

Ben bunu yıllar önce bir yılbaşı gecesi gittiğim zihinsel engelliler kurumunda çoğunuzun öğrenmek istemeyeceği bi durumda öğrendim.. Kapıdan içeri giren herkese sıkıca sarılıp,hiç bırakmak istemeyecek kadar sevgi dolu ve belki de sizi birkaç saatliğine sahip olmak istedikleri her şeyin yerine koyan yalnız ve terk edilmiş ve biçare çocuklar tanıdığımda öğrendim… Öyle ki, kiminin ailesi varolduğumuz dünyadan terk-i diyar etmiş , kiminin ailesi ise aynı dünya içinde yaşıyor olmamıza rağmen ne acıdır ki vicdanlarını yitirmiş…

Onlara armağan ettiğiniz birkaç yılbaşı süsü,birkaç toka,renkli pastalar ve etraflarında gördükleri kalabalık insanlar ne denli önemliydi bilemesiniz…

Hiç, bir insana adını sorup da karşılığında “ benim annem yok biliyomusun,benim babam da yok,kardeşlerimi çok özledim!!!” diye ardı ardına sıralanan can yakıcı cümleler duydunuz mu? Ben duydum.. Ve açık söyleyeyim,cevap veremedim… Bir insanın adı ne olabilir di ki anlamı böyle bu kadar acı vericiydi..? Bilemedim..

Bir yılbaşı gecesinde insanlar kendinden geçmişcesine eğlenirken, üstelik bir çoğu da sahip olduklarına rağmen ceplerinde her zaman uzuuuunn bir şikayet listesi taşırken, orda kulağına taktığı bir küpeyle dünyalara sahip olduğunu düşünen çocuklar gördüm ben… Belki de bu asıl bizim kulağımıza küpe olmalıydı,hayattan bir yılımız daha kayıp giderken..

Hiçbiri o gece bana öğrettiklerinin farkında değildi.. Tek dertleri belki yılda bir kez gördükleri bu renkli geceyi biraz daha fazla yaşayıp,siyah beyaz odalarına biraz daha geç dönmekti… Oysa onları eğlendiren o hareketli müzikler ,benim beynimde birer ağıttı, içime akıttığım yaşlarla süzülüp giden.. utandıran.. düşündüren…kahreden…!

Aklımı bi kenara bıraktım o gece.. Vicdanım rehber oldu, içimden şükür cümleleri döküldü hece hece…

Onlar ne kör , ne sağır, ne dilsizdi… Yeryüzünde bunca insan yaşıyorken , buna rağmen, onlar kimsesizdi… Onlar için dünya tıpkı sizin yanına yaklaşıp , içine bakmaktan dahi ürktüğünüz derin kuyular misali , karanlık,sessiz ve dipsizdi… Sordum kendime; -Bir sokak köpeğine dahi kıyamadığını iddia edip evine alabilecek kadar vicdan sahibi insanlık şimdi nerdeydi…?

Bunları neden yazdım bilmiyorum.. Belki de sebebi az önce tanıdığım, minik, kırmızı elbiseli Ayşe’ydi… Saçları iki yandan örgülü, yeşil gözlü, güzellik abidesi…..

Aldığım nefesi, aklımı, fikrimi, sahip olduğum her bir şeyi veren Yaradan’a şükür,,bana tüm bunları öğreten,aslında hepimizden daha büyük yüreklere sahip olan o miniklere ve şu an bunları sizinle paylaşmama vesile olan küçük Ayşe’ye teşekkür borçluyum…


Ne olur etrafınıza biraz daha dikkatli bakın ve her daim şükretmeyi unutmayın..!


15.07.2010__17:01 M.UÇAN

40. GÜN

Doğunca da ölünce de beklenir kırkınızın çıkması… Doğduğunuzda varlığınıza alışır insanlar,öldüğünüzde yokluğunuza.. Peki bi insanı yitirmenin ardından o yükü dağlara bedel ağırlığa alışmaya yetermiydi 40 gün..? Bir fincan kahvenin bile 40 yıl hatırı varken,birlikte geçen hangi günün hafızalardan silinmesini sığdırabilirdiniz 40 güne..?

Hani hep deriz ya bişeyi kırk kere söylersen olur diye… Belkide insanoğlu inanmak için bu sonu gelmez ayrılığa, kendi kendine kırk kez söyleyip inanmayı bekliyor bu ebedi yokluğa…

Sayısının önemi yok…… Yitirdiklerimin geri geleceğini bilsem kırk yıl da razıyım hergün anmaya.. Ama gerçek şu ki giden gidiyor ve kalanlar gün sayıyor.. Ve sanıyorlar yarıyor geçen hergün alışmaya… Oysa geçen her gün tek bişeye yarıyor… Sizin için biçilen vadeyi tüketip, kaybettiğiniz her cana, başka bir dünyada, yeniden kavuşmaya……!

“___Ruhun şad olsun Kemal Yakup Yılmaz….40 gün oldu,sevdiklerin alışamadı yokluğuna..!___”


12.07.2010___02:33 M.UÇAN

Değişiyorum..


Değiştiriyor insanı zaman,,değiştiriyor aynadaki yüzleri, kalpteki hisleri.. Adın gibi emin olduğunu düşündüğün şeyler gün geliyor bir kerecik merhabasına denk geldiğin insanların adları gibi uçup gidiveriyor hafızandan..

Hal böyleyken, dokunmuyor da değil kendinle çelişkiye düştüğünü görmen.. değişmen.. vazgeçmen.. yenilmen.. Kendine de inanamayacaksa insan başka neye inansın ki diye o koskoca boşlukda debelenmen..

Ama sonra zaman geçiyor, insan yine değişiyor, buna da inanmaktan vazgeçiyor.. Bir gülüşe kanıyor ve sanıyor dünya gül bahçesi.. oysa tek gerçek şu ki insanoğlu ne görmek isterse hep onu görüyor..

Bütün bunları öğrendim de her hayatın aslında bir film sahnesi olduğu şu dünyada kötü replikleri kim pay ediyor,kim figüranlara bile en az bir tane kötü adam kahkahası atma hakkı veriyor.. ve neden iyi adamlara düşen cümle hep, “zalimin zulmü varsa sevenin Allah’ı var” a benzeyen arabesk cümleler oluyor… öğrenemedim..

Sanırım ben de değişiyorum.. Bende bazen rol çalıyorum.. Tam kahkaha atacakken vicdanım el vermiyor yine sükutu giyiniyorum.. sonra duruyorum, derin bir nefes alıyorum ve diyorum ki ;

“Vicdanı şeytana yar etmişlerden ben de Allah’a sığınıyorum..!”



09.07.2010___02:56 M.UÇAN

NE ŞARKIYMIŞ.. (:


Bir uykusuz gece daha… Madem öyle dedim.. düştüm gecenin bana getirdiklerinin peşine..

Esasen kalemi kağıdı taşıyacak takatim dahi yoktu , öyle ki derinden gelen tüm uyarılara rağmen şimdi bu cümleler kazınıyorsa bu kağıda bu ellerle, vardır bir hikmeti demeli.. ve devam etmeli.. (;

Fonda öyle bir müzik eşlik ediyor ki bu her harfe.. Anlamsız olma ihtimallerini dahi anlamsız ilan ediyorum.. Ve geliyorum sadede doğru kısık bir sesle..

Şimdi kiminiz derin uykusunda.. Bazen bozulmuyor da değilim zatıma ancak bakıyorum ki bende derin bir yerlerdeyim,aldırma diyorum,aldırma,aldırma.. ! Elbet buluşuruz orta noktada.. Şu an hepinizden bi parça taşıyorum bilin ki ruhumda.. Birazım kırgın, birazım dargın, birazım yangın ki ne yangın,,, bir yanım erkek hatta, bir yanım kadın.. Bir yanım bir şarkının peşine düşüp uykudan olacak kadar, işte öyle o kadar, kaçkın………

Öyle güzel bir büyü ki bu.. Ta ki sonunda “pause” yazısını görene kadar… Meğer beni alıp götürdüğüne inandığım şu duygular bile , bir düğmeye basıp durdurulacak kadar anlıkmış.. Bak gördün mü diyorum zat-ı muhterem bu hayat ancak senin kadarmış.. Çok mu büyüttün gözünde ki, birkaç nota birleşip seni bu hale getirdi.. Yoksa aslında daha hiç mi görmemiştin heybetlisini..

Bilmem ki neye takıldı aklım..? ben şimdi hepinizden bir parçaysam bilmem ki şimdi hanginizin duygularını çaldım.. Hadi zat-ı muhterem dedim buraya kadar getirdik, bari helallik alıp yatalım… “onu bunu bilmem” dedi içimdeki ses, “uykumu kaçırdın”..!


05.07.2010__02:29 M.Uçan

ANNE


Sorsam şimdi size.. Gün bugün olmuş,yaşadığınız en büyük acı ne diye.. ? Ne çok şey sıralanır ardı ardına değil mi.. Herkes ne derinden , ne iç çeke çeke, ne ağırdan alarak anlatır acısını…

Benim de acı anlarım oldu sizin gibi… Ama…..anladım ki her acının biraz daha büyüğü, biraz daha heybetlisi var.. Bugün bişey oldu.. Bugün hiç bilmediğiniz bi yerde, hiç tanımadığınız birinin, sadece 7 yaşındaki küçücük Ahmet’in annesi yok oldu… Hiç,küçücük bi çocuk gözlerinizin içine bakıp “..Annem cennette..” dedi mi.. ? Deseydi…..ne cevap verirdiniz…?

İşte tam da buydu “…..hatta ve hatta kendi doğurduğun evlatların bile senin değilken neyin kavgasındayız…” diye sürüp giden cümlelerimin sebebi…

Sadece acılarımı bu kadar kolay kabul edebilmek için bile çocuk kalabilirdim izin verselerdi… Sabır sınırlarını en çok zorlayan bu derin acının ardından, acısını en güzel cümleyle süslemeyi başarabilen, vakur ve sessiz ve masum ve kimsesiz bi çocuk gibi….

Var mı içinizde hayatın ne demek olduğunu tam da bilmediği çocukluk denen peri masalı sırasında, “bir an önce büyüsem” dediğine bin pişman olmayan…? 7 yaşındayken anneniz cennete gitseydi, eminim 7 den sonraki bütün sayılardan nefret ederdiniz..

Bugün kendi acı anlarımı bi kenara bıraktım ve 7 yaşında da olsa 70 yaşında da olsa anne isteyen herkese anne olabilmeyi diledim Allah’tan..

Biliyorum mümkün değil…

Ama bi gün Ahmet de annesini geri isteyecek….

Üstelik;

Mümkün olmadığı halde…………………………!

29.06.2010____15:02 M.UÇAN

.........iyi ki varsınız.......



Kağıdımın kalemimi mıknatıs gibi çektiği anlardan biri daha… Ve inadına dökülecek onca cümle varken dilden, lal olmuş kalp atışlarının, ürkek gözlerle bana bakışının seyrindeyim..

Bugünün günlerden ne olduğunu bilmiyorum, belki Pazar ertesi belki Cuma ertesi belki de ertelediğim bütün günlerimin arifesi.. Hani bazen aynı anda birçok yerde olabilecek kadar çoğalmak isteriz ya, bir sevilenin elinden tutup sokak sokak yürürken, bir anne kucağında, bir dostun cenazesindeyken, sadece düşüp dizlerimizi kanattığımızda ağlamayı bildiğimiz ilkokul sıralarında……. Hiç düşündünüz mü neden bir yanda gülerken diğer yanda kalbiniz sızlar.. Çünkü hayat denilen kısacık yolculukda tıpkı şehirler arası otobüs yolculuğunda geçtiğimiz tabelalar gibidir hissedilen her şeyin adı.... Hani öyle hızlı geçer ya tabelanın yanından; okuyamaz, bilemezsiniz nerde olduğunuzu… İşte tam da öyle…..

“Hiçbirşey sana ait değil…” diyarındayım şimdi… Bilirmisiniz bunun ne acı ne can yakıcı bir cümle olduğunu… Hiçbir şey sana ait değilken her şey seninmişcesine kendini bilmez bir kavgaya tutulmak nasıl da anlamsız değil mi.. Her gece yattığın yastık, başucunda duran kitapların, en sevdiğin çay bardağın, sevgiliden gelen duvarda kurumuş gül dalın, hatta ve hatta kendi doğurduğun evlatların bile aslında senin değilken, neyin kavgasındayız???

Geride kalan her şeyi, her günü, herkesi çok özlüyorum… Yitirdiklerimin hiçbiri bir daha geri gelmiyor biliyorum.. Tıpkı kağıt kesiği gibi içimdeki özlem sancısı.. Gözümle bir türlü göremediğim, tam nerde olduğunu hiç bilemediğim, ama bir an bile sızısı dinmeyen derin bir kağıt kesiği gibi… Hani ummasınız ya bir kağıdın el keseceğini, bende ummadım yitirdiklerimi bu kadar çok, bu kadar derinden , bu kadar büyük özleyeceğimi…

Şimdi siz….. Hayatımın her bir parçasını oluşturan her şeysiniz… Yastığım, en sevdiğim çay bardağım, kurumuş gül dalım, ailem,dostlarım,,,,, Benim olduğunuzu bile bile, ama bir gün yitirebileceğimi de hiç unutmadan sevmek zorunda kaldığım en değerli varlıklarım…. İyiki varsınız……… :)


27.06.2010__16:26__M.UÇAN